Trenden inince hafif, koyu kahverengi deriden küçük el çantamı da alıp, istasyonun kapısında bulduğum ilk taksiye atladım:
-Via Monte Napoleone lütfen, dedim şoföre. Mesafe yakındı- on dakika sonra varmış olurdum- adres, biraz forsluydu. Şoförün dikiz aynasındaki manidar bakışına aldırmadım. Alışkındım annem son yirmi senedir Milano’nun en şık sokağında oturuyordu. Gece geç saat ve karanlık olsa da mağazaların vitrinleri ve sokak lambaları yolları ve kaldırımları ışıl ışıl aydınlatıyordu.
Cartier’nin mağazasının olduğu köşeyi döndük, işte bana göre daracık fakat havasından geçilmeyen Via Monte Napoleone’ye varmıştık. Sağımda solumda, Bulgari’lerin, Prada’ların, Hérmes’lerin, Dior’ların Chopard’ların vitrinleri ve tabelaları akıyordu. Kaldırımlarda takım elbiseli erkekler ve şık yazlık elbiseleriyle kadınlar geziyordu. Turuncuya çalan taş oymalı ön cephedeki boşluğun ortasında yükselen siyah parmaklıklı demir kapının önünde taksiyi durdurdum. Ücretini ödeyip, çantamı arka koltuktan aldım. Kapıda 8 numara yazan zili çaldım. Kapı hemen açılmadı. Duymamış mıydı? Başına bir iş mi gelmişti? Biraz bekleyip tekrar çaldım. İkincide kapının açıldığını "bildiren o mekanik sesi duyunca ağır kapıyı bütün gücümle ittim. İçime daha şimdiden bir huzursuzluk dolmuştu. Annem neden üst üste on beş dakika arayla aramış da son iki saattir bir kere bile aramamıştı. Gerçi bir kere daha arasa ona da kızacaktım ama içimde anlam veremediğim bir rahatsızlık duyuyordum. Kapı parke taşlı geniş bir iç avluya çıkıyordu. Bu avluyu ilk gördüğüm günden beri çok seviyordum. Yerdeki taşlar iki renkliydi, beyaz ve normal koyu parke taşı rengi. Yerdeki beyaz taşların kıvrımlı motifleri avluya bambaşka bir atmosfer katıyordu. Avluya açılan altı kapı vardı. Her kapının yanıbaşında değişik bir ağaç: akasya, ıhlamur, çam, meyveleri dallarında asılı bir erik ağacı, sedir ve meşe. Annemin dairesine çıkan kapı sağdaki ikinci kapıydı.
Merdivenlerden birinci kata çıktığımda kapıyı benim için aralık bırakılmış buldum. Girişteki holün duvarlarında annemin çeşitli opera temsillerinden profesyonel fotoğrafçıların elinden çıkmış pozları ve operaların halka tanıtım posterleri çerçevelenmiş olarak asılıydı. Fakat annem ortalıkta gözükmüyordu.
-Anne?
Cılız bir ses cevap verdi.
-Buradayım Lana, salonda.
Salona girdiğimde, koltuklardan birinin üstünde alnına koyduğu serinletici jel torbasıyla uzanıyordu. Üstünde renkli ipek sabahlıklarından biri vardı. Gözünün akmış makyajını temizlemiş, saçına başına çeki düzen vermişti. Gözleri kapalıydı."-İyi misin? Ne oldu?
Sesimi duyunca alnındaki jeli tutup, koltukta oturur duruma geçti. Çekik gözlerini açıp, bana çevirdi. Yüzü asıktı.
Çantamı yere bıraktım.
-Bir şey yok. Çok şükür geçti.
-Geçti mi? Peki geçen nedir?
Gözlerini kaçırdı. Kilimin desenini ilk defa görüyormuş gibi inceliyordu. Sonunda jeli yanıbaşına bıraktı. Uzun uzun günün nasıl geçtiğini önemsiz ayrıntılara boğarak anlatmaya koyuldu. Sabah Marcello uğramış…kahvaltıda kahvesine koyacak süt bitmiş türü gereksiz sözler.
-Anne, lütfen sadede gelir misin? Bak zaten yol yorgunuyum. Bana bu iki saatlik yolu neden yaptırdın söyle artık.
-Aman canım! İki saatlik yol gelmişmiş. Gençsiniz siz. İki saatlik yol nedir de lafını ediyorsun. Sanki yürüyerek geldin. İyi ki kırk yılda bir senden bir şey istedim.
Gene aynı şeyler oluyordu. Annemle iletişime girdiğim her sefer olduğu gibi içimdeki gerginlik git gide tırmanıyordu.
-Ne oldu diyorum? Geçti diyorsun. Anlat artık!
Beni boşu boşuna akşamın bir saati Venedik’ten acil olarak ve açıklama getirmeden Milano’ya getirtmişti, o kadarını anlamıştım. Şimdi de koşarak gelmemi küçümsüyor, "önemsizleştiriyordu. İçimdeki küçük şeytan uyanmıştı. İntikam istiyordu. Küçük küçücük masum bir intikam, bir bedel.
-Görüşmede perişan görünüyordun. Senin için endişelendim. Damarına basmıştım artık geri dönüşü yoktu.
-Kim perişan görünüyormuş? Asla! Sen kendine bak, giyimine kuşamına bak, çok basit giyiniyorsun, o ne o üstündeki etek yer bezine benziyor. Hiç sana yakıştıramadım.
La Diva işte. Ufacık bir olumsuz sözde kendini koruduğunu zannederek ateş püskürürdü. Geceyi burada geçirmeyi ve sabah onunla tekrar karşılaşmayı hiç istemiyordum.
-Ne yapalım, ben senin gibi Via Monte Napoleone’de oturmuyorum. Basit giyiniyorum. Bu arada yerbezine benzettiğin bu keten eteği sen hediye etmiştin iki sene önceki doğumgünümde. Unuttun herhalde.
- Ben mi hediye etmişim? Hiç hatırlamıyorum. Zevksiz erkek arkadaşlarından birinin hediyesi olmasın? Karıştırıyorsun bence.
-Anne!
Ne yaptığını o kadar iyi biliyordum ki. Sırf “seni akşam saati boşuna çağırıp telaşlandırdım, özür dilerim” dememek içindi bütün bu tiyatro, bu akrep gibi sokan diller, konuyu sulandırmalar, boğmalar. Ah. Özür dilememek için daha büyük kabahat işleyen insanlar…
Çantamı yerden aldım. Dönecektim. La diva gideceğimi anlayınca hemen çark etti. Ne de olsa seyircisiz bir diva nedir ki?
-Tamam tamam. Eteğinin rengi güzel aslında, beğendim, biraz buruşmuş ama. Otur biraz. Kapıyı kapattın mı?
Serin jel torbasını yeniden alnına bastırarak iki saattir ağzında gevelediğini açıkladı.
- Bu ekim değil sonraki Ekim ayında Orfeo’yu sahneleyeceğiz, ben de Eurydice’i oynayacağım. Bana La Scala’nın emanet ettiği ve yarın sabahki provadan itibaren takmam gereken taşlı büyük yüzüğü kaybettim. Yani kaybetmiştim.
Son sözcüğü söylerken gözlerini kaçırdı. Herhalde beni boşuna çağırdığı için küplere bineceğimi zannediyordu. Kendisine yapılsa dünyayı yıkardı.
-Nereden çıktı peki?
-Marcello yatağı çekti ve hop! Oradaydı, yerde. Bütün evi talan etmiştim düşünebiliyor musun. Çatal bıçakların arasına bile bakmıştım.
-Marcello az önce burada mıydı?
-Evet sen gecikince, onu çağırdım.
-Ben gecikmedim anne! Venedik’ten geldim.
"-Her neyse! Yarın 10.00’da prova başlıyor. Ben birazdan gidip yatarım. Sen de kendi odanda kalabilirsin. Sabah beraber kahvaltı ederiz.
Saat geç olmuştu ve beni hem ruhsal hem de fiziksel olarak tüketiyordu. Bir de kendimde, ona “hayır ben şimdi ilk trenle Venedik’e dönüyorum” deme ve yapma gücünü bulamadım. On yaşımdan yetişkinliğime kadar geçen zamanda benim olan odama yöneldim.
Offf! Çocuk ve anne arasındaki çok ağır sınavlar bunlar... içim şişti okurken... sabır dedim Lana' ya..
YanıtlaSilEee kolay mı la Diva'nın kızı olmak?
Sil