Istanbul’dan Venedik’e döndükten sonra günler gene Istanbul öncesi gibi geçmeye başladı. Enki’yi çılgınlar gibi özlüyordum. Geceleri yastığıma kokusundan sürüyordum. Onunla sık konuşamıyordum ve bu canımı son derece sıkıyordu. Fakat kısa ve aralıklı iletişimlerimizin hepsinde mutlaka beni Viyana’ya beklediğini ısrarla yineliyordu. “Viyana’ya gelecek misin?”, “Viyana’ya ne zaman geleceksin?”, “Viyana’ya ziyaretini bekliyorum.” Her konuşmanın sonunda veya ortasında mutlaka söylenen sözlerdi.
En az iki ay boyunca yineledi bu Viyana davetini. En sonunda dayanamadım:
- Enki, dedim. Benimle videolu görüşme yapmaya zamanın yok doğru düzgün, Viyana’ya gelince ne olacak?
- Sen gel, ben işlerimi ayarlayacağım, dedi bana cevap olarak.
Hiç ikna olmamıştım fakat onu yeniden görmek için çok şeyi feda etmeye hazırdım. Istanbul’da yaşadığımız o birkaç olumsuzluğu zihnim çoktan süpürüp atmıştı. Sadece yolculuğun en parlak zamanlarını aklıma getiriyordum. O yüzden ikna olmayan kendimi ikna olmaya zorladım. Bir tarih belirledik. Ben hemen uçak biletlerini aldım. Ve geri sayım yeniden başladı. Üç hafta ve iki gün.
İçini ne kadar doldurursam doldurayım günler sayınca geçmek bilmiyordu. Her şeye rağmen bu bekleyişi sürdürmemi kolaylaştıran iki şey oldu: biri bestelediğim müzik, diğeri de toprakla kavuşturduğum ve büyümesini dört gözle beklediğim küçücük bir çekirdek. Amacım o çekirdeği fidana dönüştürüp Enki’ye hediye etmekti. Tabii ki diğer yandan zamanın geçtiğini somut olarak görmek ve sevinmek de. Sofia’nın söylediğine göre elementlerin dengesini sağlıyordum. Aşk ateşse, müzik hava, çimlenmesini gözlediğim çekirdek de toprak. Su kalıyordu geriye. O da Venedik’te bolca vardı. Evden çıkıp vaporettolarla oradan oraya gitmek günün sonunda beni gerçekten de rahatlatıyordu. Su elementini de böylece hayatıma dahil etmiş oluyordum evden çıkabildiğim günlerde.
Venedik’e döndükten sonraki günlerin birinde terasımda bitkilerimle uğraşırken telefonum çaldı. Film festivali Kreatif departmanı! Hemen açtım:
- Bayan De Vermont (bu soyadıyla müzik endüstrisinde fark edilmemek olanaksızdı zaten), merhabalar, sizi rahatsız ettiğimiz için özür dilerim. Ben Venedik Film Festivali Kreatif Departmanı asistanı Tina. Müdürümüz sizi arayıp, bestenin durumunu sorup öğrenmemi istedi.
- Merhabalar, kesinlikle rahatsız etmiyorsunuz Tina. Beste oldukça ilerledi. Hatta müdürünüze, bay Bonucci’ye bir demo bile gönderebilirim. Fakat peşin söyleyeyim, göndereceğim demoda oldukça önemli bir değişiklik yapmayı düşünüyorum. Yeni ve biraz oryantal-mistik bir hava katacak bir ud bölümü üstünde çalışıyorum.
- Anlıyorum, demoyu bize gönderebilirseniz harika olur. Değişiklik yapacağınızı bay Bonucci’ye ileteceğim. Son olarak kendisi sizden bir teslim tarihi rica ediyor.
- Anlayamadım. Kontratta bir teslim tarihi yok mu zaten?
- Evet var. Ona uyabilecek misiniz aslında sormak istediği o. Ya da belki daha erken teslim edebilirsiniz?
- Evet tabii ki. Kontrattaki tarihe uyacağımı söyleyebilirsiniz kendisine.
Kendi elimle iki ayağımı bir pabuca sokacak halim yoktu. Zaten kontrattaki tarihe göre hazırlanmıştım, rahat rahat bestemin üstüne çalışmak istiyordum. Daha erken biterse de gönderirdim, olur biterdi. Sanıyorum sadece kendilerini hatırlatıp, kötü bir sürprize yer vermemek istemişlerdi. Çok üstüne düşünülmesi gereken bir durum yoktu. Demoyu kreatif direktöre gönderip tepkisini görmek imkânı de harikaydı.
Istanbul’dan döndüğümden beri günde en az 15 ayrı ud taksimi dinliyordum. Hem o muhteşem tatili ve her şeyin mükemmel olduğu o Karaköy’deki ilk akşamımızı anıyor hem de bestem için ilham topluyordum. Araştırmalarımdan öğrendiğime göre doğu ve batı müziğinin bazı temel teknik farklılıkları vardı, dolayısıyla bu dinlediğim bestelerden esinlenmiş melodiler ile kendi bestemi bağdaştırmak oldukça yüklü bir iş olarak karşıma çıkıyordu. O yüzden çalışmalarım bir süre görünmeyen bir duvara tosladı. On beş gün kadar uğraştım o mistik ortamı yaratan melodileri masalsı olarak tasarladığım müziğime “yedirmeye” çalıştım. Olmadı bir türlü. Uymadı. Yama gibi durdu. Bir türlü bütünleşmedi. O arada udsuz demoyu kreatif direktör Gino Bonucci’ye göndermiştim.
Öyle bir zamandı ki o zaman, hem onbeş gün boyunca Enki’den haber alamamıştım, hem her gün gidip toprağını kontrol etmeme ve nemli tutmama rağmen çekirdek hiç çimlenme belirtisi göstermemişti. Hem kreatif direktörden bir dönüş gelmiyordu, nedense olumsuz düşünüp yeteri kadar beğenmediği sonucuna varmıştım. Bu yüzden beni arayıp söyleyemiyordu diyordum kendime. Hem de bestem olduğu gibi kalmıştı iki haftadır ilerletememiştim ve nasıl ilerleteceğim konusunda da bir fikrim yoktu. Bütün yolları denemiş ve tüketmiştim.
Ağlamaklı ve bitkin bir şekilde tarot kartlarıma sarıldım. Mor taşlarla kaplı kutuyu salondaki kitaplığın rafından indirdim. İçinden kartlarımı aldım ve mor kadife örtünün üstüne sermeden önce elimle karıştırdım. Her zaman yaptığım gibi bir sandalağacı tütsüsü yaktım. Bir de orta sehpanın üstünde duran dev mumu. Gözlerimi kapattım ve genel durumumu düşünerek 22’lik majör arkana destesinden bir kart seçtim. Sola koydum. Sorunumu çözdüğümü hayal ederek bir kart daha seçtim desteden. Onu ortaya koydum. Son olarak gelecek ve sonuç kartını seçip en sağa aldım.
Tek tek kartları soldan sağa açtım: ilk kart mevcut durumumu gösteriyordu. Asılan adam, çıkmıştı elbette. Tek bacağından başaşağı sarkan bir adam. Durgunluğu, durağanlığı, acı da olsa beklemeyi, genel olarak tıkanmış durumları gösterirdi. İkinci kart: çözüm kartında İmparator çıkmıştı. Yaşlı ve güçlü bir figürden bir yardım geleceğini haber veriyordu. Sonuç kartını çevirince yüzüm güldü: Dünya kartı. Büyük başarıyı temsil eden, destenin en olumlu kartlarından biriydi. Bu durumdan büyük bir başarıyla çıkacağımı gösteriyordu. İdealim her neyse ona ulaşacaktım.
İmparator deyince aklıma ilk babam geliyordu. Otorite sahibi yaşı geçkince bir erkek figürü. Konuşmayalı aylar olmuştu. En son ondan destek istemek için aradığımda sinirlenip telefonu yüzüme kapatmıştı. Şimdi arayıp ne diyecektim? Uzun uzun ona uddu masaldı müzikti nasıl anlatacaktım?
Bana yılbaşında gönderdiği yıllık konser takvimine baktım. Ocak ayının ilk günlerindeydik ve takvime göre şu gün tam olarak Güney Kore, Seul’da olması gerekiyordu. Saat farkına baktım internetten. Yedi saat fark olduğunu görüyordum. Konser günü ertesiydi onun için. Dinlenme günüydü. Konser günü olsa hiç arayamazdım, genelde sinirli olurdu. Orada saat akşam 21.00’di. Uzun uzun düşündüm aramadan önce. Teknik açıdan ondan bir çözüm yolu ummak gereksiz bir çabaydı. Geçen sefer ben besteci değilim demiş çıkmıştı işin içinden çünkü. Onu aramaktan vazgeçmek üzereydim. Müzikal açıdan bana yardım edemese de bir sesini duymak geldi içimden son anda. Hatırını sorabilirdim.
Telefonu çaldırdım. Beşinci çalışta bezgin bir ses diğer uçta cevapladı:
- …Evet?
- İyi akşamlar baba, nasılsın?
- Yoğunum Lana, ne vardı, ne istemiştin?
- Bir şey istemiyorum baba, sadece sesini duymak istedim.
Karşı tarafta beş saniyelik sessizlik oldu.
- Annen nasıl?
- Bilmem. İyi herhalde.
Yeniden uzunca bir sessizlik.
- Seul nasıl bir şehir? Güzel mi? dedim en sonunda.
- En son geldiğimdeki gibi. Değişmemiş.
- Yemekler güzel mi?
- Fena değil.
Bu konuşmanın bir yere varacağı yoktu. Hiçbir zaman.
- Yorgunsun herhalde.
- Evet.
- Kapatıyorum o zaman. İyi geceler.
- İyi geceler Lana.
İşte buydu durum. Ondan hiçbir talebim yoktu, iyi ki öyle bir umut beslememiştim. Sadece sesini duymak. Çok şey mi istiyordum? Salonun ortasındaki beyaz üçlü koltuğa bağdaş kurup çocuk gibi ağlamaya başladım.
Yoksa çocukluğumdaki gibi mi demeliyim? Babamın konserleri, annemin opera temsilleri bitmezdi. İkisi de sürekli ama sürekli seyahatte olurdu. Sofia harika bir bakıcıydı, şükürler olsun. Ama ben onlarla da zaman geçirmek istiyordum, ikisini de çok özlüyordum. Sadece senede iki ay, ikisi de konserlerine ve gösterilerine ara verir ve Ispanya’daki yazlığımıza gider beraber zaman geçirirdik. Yani dört yaşıma kadar. Çünkü sonra ayrıldılar. O ev ikisinin ortak eviydi, satmayı düşündüler mi bilemiyorum fakat ayrıldıktan sonra farklı zamanlarda kullanmaya başladılar, birbirleriyle karşılaşmayacak şekilde. Onsekiz yaşıma kadar her yaz farklı zamanlarda ikisini ayrı ayrı görüp beraber bir şeyler deneyimlediğim bir yerdir o deniz kıyısındaki iki katlı sade beyaz ev. Sonra ben büyüdüm ve bir anahtarını da bana verdiler, tek başıma canım istediği zaman gidebilmem için.
İspanya’da geçen ilk gençliğimi düşünmeye başlayınca ağlamayı kestim. Birden uzun zamandır Sofia ile de konuşmadığımı hatırladım. En son yılbaşında konuşmuştuk. Onu arasam çok mutlu olacağını biliyordum, hem de belki bana o bilgece önerilerinden birini sunardı. Telefonu tekrar elime aldım. Birkaç tuşa bastıktan sonra karşımda görüntülü görüşmedeydi:
- Ah! Canım Lana’cığım. Nasılsın küçük kara kuzum?
- Sofia’cığım, seni çok özledim…
- …ama! Hayır! Seni gene kim üzdü güzelim?
- Nasıl?
- Ağlamışsın…
Nereden anladın diyecektim ki ekranda kendi gözlerimin altına akmış rimellerimi gördüm. Başımı doksan derece sola çevirdim, artık saklayamazdım. Zaten anlatacaktım ama böyle olmasına canım sıkılmıştı. Keşke görüntülü aramadan önce aynada kendime baksaydım.
- Boşver Sofia…Sen nasılsın? diye sorarken, banyoya yöneldim, bir yandan konuşacak bir yandan akmış rimellerimi silecektim.
- Sen de beni boşver Lana’cığım, işte ufak tefek yaşlanma belirtileri, bir gün dizim ağrıyor, bir gün omuzum sızlıyor, bir gün gözüm rahatsız. Zaten katarakt ameliyatı olmam gerek. Sıkıcı şeyler…Sen neye ağladın onu söyle bakayım.
- Aman, ben de bilmiyorum neye ağladığımı. Sanıyorum her şey birikti ve bir anda patladı.
Sonra ona son durumumu özetle anlattım. Besteyi, udu, Enki ve babamın mesafeli oluşunu, çimlenmeyen çekirdeği, bana dönmeyen kreatif direktörü, askıdaki adam tarot kartını. Gözlerini kapatarak dinledi beni. Sözüm bittiğinde gözlerini açtı.
- Çok iyi anladım seni canım. Olayların kendisinde değil sorun, senin sadece sabrın tükenmiş. Çünkü birincisi o limon çekirdeği asla iki haftadan önce çimlenmez ve bunu sen benden iyi biliyorsun, daha önce çimlendirdin. Yani eli kulağında aslında. Fakat ne olmuş? Sabrını Enki, baban ve kalkıştığın zor beste hırpalamış. Kreatif direktör de zamanı gelince sana dönecek. Tarot kartı da senin ne kadar sabırsızlandığını anlatıyor bence sana. Sabırsızlanıyorsun. Her şey sen istediğin zaman olsun istiyorsun. Olmaz öyle.
- Ne yapmam gerekiyor?
- Tek tek ele alalım en kolaydan en zora: o çekirdeğe zaman tanı, en fazla beş güne kökü çıkacak zaten, biliyorsun sen de. En fazla. Bir de bakmışsın yarın çıkmış kökü. Kreatif direktöre gelince. O da yoğundur kanımca. Tek işinin senin besteni dinlemek olduğunu sanmıyorum. En kötü ihtimalle birkaç gün sonra onu arar sorarsın. Ne olur ki sen arasan? Enki’ye geldik, seni yoracağını, sana iyi gelmeyeceğini zaten baştan söylemiştim fakat bu konuda beni dinlemeyeceğini de gayet iyi biliyorum. Ve şimdi en zoruna geldi sıra: baban. Babanı değiştirebilir misin Lana?
- Hayır. Öyle bir gücüm yok maalesef.
- O zaman tek yapacağın onunla ilgili beklentini değiştirmek. O adamdan ilgi bekleme. Şefkat de bekleme. Seni aramasını bekleme mesela. Biliyorsun insanlar ancak sepetinde olanı çıkarıp verebilir. Olmayan bir şeyi veremez. Annenle evlendi diye bütün ailesi, Amandine hala hariç onunla görüşmeyi kesti. O da şimdi aynısını durduk yerde sana yapıyor. Bu kadar da basit ve acı. Bilerek mi yapıyor? Hayır. Ama yapıyor.
Hiç böyle düşünmemiştim. Ona hak vermemek imkansızdı.
- Besteyi atladın? Udu ekleyemiyorum kompozisyona, dedim ona.
Müzik her ne kadar uzmanlık alanı olmasa da, buna da verecek vurucu bir çözümü olduğundan emindim.
- Bu konuda söyleyebileceğim tek bir şey var: İmparator kartı çıktı demiştin. Bununla ilgili bir yorum yapabilirim ancak. Belki de İmparator kartı babanı temsil etmiyor. Yani belli ki etmiyor. Başka biri olmalı.
- Kim mesela? diye sordum.
- Otorite sahibi yaşı olgun bir erkek…benim aklıma senin ilk piyano hocan geliyor mesela. Ne dersin?
- Bay Giuseppe mi? Hani babamın konservatuardan arkadaşı?
- Evet o!
- İyi de Bay Giuseppe şimdi kimbilir nerede? Yıllardır konuşmuyorum.
- Ne güzel işte. Sence anlatsan sevinmez mi? Öğrencisine verilen Film Festivali açılış bestesi siparişini duyunca gururlanmaz mı? Hele kendisini hatırladığını, görüşünü önemsediğini…
- Tamam da nereden bulacağım ben onu?
- Google’lasan çıkar herhalde karşına. Bir mail adresi bulmaya bakar.
Düşününce, gene haklıydı. Hem de yerden göğe kadar. Bay Giuseppe şu dünyada tanıdığım en sabırlı ve müziğe en derinden gönül vermiş insandı. Elbet beste sorunumla seve seve ilgilenirdi.
Lana kırılgan ve hayatla sınavları çok eski olmayan bir genç kadın.. elbette zamanla her şeyi (kendi de dahil) iyice çözümleyip, anlayacak. Bu aşamada onun festivalden müthiş bir başarıyla çıkmasını bekliyorum. <3
YanıtlaSilhadi bakalım, görelim...
SilSanki gitmese mi Lana. Hülya
YanıtlaSilSizce durabilecek gibi mi?
SilHerkesin hayatinda Sofia gibi bir dost şart. Viyana da gerçekle yüzleşmek için...
YanıtlaSilSofia candır. <3
Sil