Passent les jours, vides sillons,
Dans la raison, mais sans amour.
Geçiyor günler, izlerini boş bırakarak,
Mantıkla, ama aşksız.
JJ Goldman. Pas toi.
Tıpkı bu fransızca şarkıda olduğu gibi, ben de Orfeo operasını izledikten sonra akıllandım ve günler, ardında bir zerre bırakmadan, geçtiler. Her şeye hakim olan akıldı, gece ve gündüz; kalbimdeyse taş gibi bir suskunluk…
Fakat sonra, çok sonra, Ah’lar Köprüsü’nün altından çok sular aktı ve gün geldi, o suskunluk da sustu ve yerini hayatın seslerine bıraktı. Parkta oynayan çocukların cıvıltısı, gondolcuların şarkıları, vaporettoların motor homurtusu, şehrin o bilindik uğultusu aldı o suskunluğun yerini.
Niclas tam da o günlerde bana California’dan mesaj atmış, oynadığı filmin vizyona gireceğini haber vermişti. Kişisel bağlamda, Hans’la olan projemin son aşamalarına gelmiştik. Güneş, sonbahar olmasına rağmen, gökyüzünde ve ruhumda parlıyordu. Sokakta mutlu mesut etrafı seyrederek yürüyordum. San Marco meydanı’na giden sokaklardan birinde, Ah’lar Köprüsü’nün hemen sonrasında, Venedik’teki sergilerin ve konferansların afişlerinin bulunduğu bir panonun önünden geçerken, onca isim ve harf içinde gözüm o dört harfi seçti. Görmeden geçebilirdim de. Ama gördüm. Enki Lehner diyordu afişte. Ve saate baktığımda hayretle tam o saatte onun konuşmasının gerçekleştiğini de. Hesap yaptım. Geçen sene gene bu zamanlardı, tanışmamız. Yüksek olasılıkla her sene Venedik’te aynı konferansa konuşmacı olarak davet ediliyordu. Binadan içeri girsem, hatta salondan, onu sahnede konuşurken görebilirdim. Her şey bir bilet almaya bakardı. Tarttım: gelirken bana haber vermemişti, Venedik’e geliyorum, görüşelim dememişti. Onunla ilişkim sürerken, Viyana’ya ısrarlarla çağırdıktan sonra beni ihmal etmiş, yüzüstü bırakmış, evinden ağlayarak çıktığımdan beri özür dilemeyi bırak, bir kere olsun beni arayıp sormamıştı. Şimdi de konuşmacı olduğu bir toplantıdan içeri girip, konuşmasını bitirmesini bekleyip, hiçbir şey olmamış gibi onunla sohbet mi edecektim? Ya da: Orfeo gibi son bir kere dönüp onun yüzüne mi bakacaktım? Hayır tabii ki hayır. Afişin kağıdı camın arkasında kalmasa, o hiddetle onu yırtabilirdim bile. Camın yansımasında o an kendi siluetimi gördüm. Gençtim, çekiciydim. Gereksiz dramalara çanak tutmayacaktım. Yoluma devam ettim.
Ve sonra ne mi oldu? Aynı akşam, karanlık çöktükten sonra, piyanomun başında çalışırken, cep telefonum çaldı. Hem de çoktandır duymadığım fakat otomatik olarak kalbimi zıplatan bilindik bir melodiyle: Unchained Melody, Venedik’te beni yemeğe davet ettiği ilk gece dansa kaldırdığı müzik, cep telefonumda onun arama zili olarak ayarlı kalmıştı. Ekrana yine de inanmaz şekilde baktım: Enki yazıyordu. İlk düşüncem, “iyi ki o konferanstan içeri girmemişim” oldu. Ne kadar doğru bir kararmış. Sonraki birkaç çalış boyunca tereddüt yaşadım: "açmak, açmamak. Telefona cevap vermenin cezbedici bir yanı vardı evet, örneğin kokusu yeniden burnuma gelmişti, ki bu benim için zamanla aşkın kendi kokusu olmuştu, fakat hemen sonra sokakta nereye gittiğimi bile bilmeden ağlayarak yürüyüp, Niclas’la tanıştığım sıralarda midemden tüm bedenime yayılan o acıyı hatırladım hemen, ve o acı diğer acıları çağırdı. Tüm bu olan bitenden ve onca zamanlık sessizlikten sonra Enki bana telafi edici ne diyebilirdi ki zaten? Ayrıca sadece: istemiyordum. Enki’yi hayatımda istemiyordum artık. Telefon çaldıkça bu düşünceler geçti aklımdan ve uzun uzun çaldıktan sonra en sonunda sustu.
Bu telefon benimle tek ve son temas kurma çabası olarak kaldı.
Böylelikle Enki hayatımdan çıktı. En başta da anlattığım gibi, son olarak onunla Sydney havalimanında tesadüfen karşılaşana kadar hep birilerini ona benzetmeye ve “acaba o mu?” derken kalbim duracak gibi olmaya devam etmiş olsa da, Sydney’den sonra o da kalmadı.
Zaten sonrasında Hans’la başlayan uluslararası kariyerim sayesinde birçok yeni ve ilgi çekici insanla tanışma fırsatı elde ettim, pek yalnız kaldığım söylenemez.
Niclas’ın filmi tam bir gişe ve sanatsal başarı örneği oldu. Yönetmen ile anlaşmasına göre gişe hasılatına ortak olmuştu, bu sayede Los Angeles’ta kendine güzel bir ev aldı ve bunu kutlamak için beni de evine davet etti. Filmin ve evin şerefine verdiği partide, başarılı bir italyan mimar olan duygusal ve derin biriyle tanıştım. Kısa sürede birbirimize bağlandık ve o Floransa’daki evini kapatıp, bana daha yakın olabilmek için Venedik’e taşındı. Huzurlu ve mutlu beraberliğimiz halen sürüyor.
————————- SON —————————
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder