Tabii ki üzüldüm. Tabii ki ağladım da. Kim sevip de ayrılınca üzülmemiş, kim ağlamamış? En kötüsü de Film Festivali’nin müziğine her elimi attığımda, yani La Serenissima Rhapsody’nin üstüne her çalışmam gerektiğinde aklıma Enki’nin telefondaki fısıldayan sesi ve tepkisi geliyordu: “ah Lana…ne yaptın…bizi anlatmışsın…” deyişi. Ve her seferinde ruhumun orta yeri koca bir savaş alanına dönüyordu. Sanki çalışmaya devam etmek için, büyük bir soğukkanlılıkla o meydandaki kayıpların üstünden atlayarak geçmem gerekiyordu. Neyse ki Viyana’ya yola çıkmadan besteyi yüzde doksan oranında bitirmiştim. Geriye yüzde onluk bir iş kalıyordu. O da son düzeltmelerden ibaretti, yani bestenin cilası diyebileceğim şey.
Günde bin defa Enki’yi düşünüyordum. Yemek pişirirken, duştan çıktığımda ya da kendime başka bir bakım yaptığımda, aynaya baktığımda, bir kafede kahve içerken, alışveriş yaparken, sokakta gezerken, alakalı alakasız her düşüncenin ucunda hortluyordu. Vaporettolarda gözlerim aptalca onu arıyordu, kilometrelerce ötede olduğunu bilmeme rağmen. Bir daha onu asla görmeyeceğimi düşünüp ağlamaya başlıyordum. Sanıyorum hepsinden zoru buydu. O boylu boslu endamlı kadın bile pek umurumda değildi. Kıskançlık hislerim her zaman zayıf olmuştur. Çünkü hep şöyle düşünürüm: benden bir tane var, başkasıyla başka bir şey yaşar, asla kimse benim yerimi tutamaz. Bu kibir gibi gelse de kulağa, bence değil.
Bazen de kendime kızıyordum. Nasıl bu “yoğunluk” bahanesine kanmıştım. Neden uzak mesafe ilişkisine razı olmuştum? Sofya ile bu düşüncelerimi paylaştığımda bana:
- Ona öfkeni yeterince ifade edemedin, şimdi o öfkeyi kendine yönlendiriyorsun, demişti.
Ne diyebilirdim ki elbette haklıydı. Kendime kızmam biraz hafiflemiş olsa da öfke günün sonunda öfkeydi işte.
Diğer yandan, ben ayağımı Venedik’e basar basmaz, Niclas beni sosyal medya hesabından kendi hesabına eklemişti. Gün içinde “merhaba, günün güzel geçsin güzel kadın” tarzı mesajlar atıyordu. Bana “yalnız değilsin” demek istiyordu. Ah. Altın kalpli dost canlısı Niclas.
Böyle ağlaya sızlaya da olsa, en sonunda udlu kanunlu neyli besteyi anlaşmamızın bitmesine on beş gün kala Film Festival’inin kreatif direktörüne teslim etmeyi başardım. Hayatın bana vurabileceği son darbe, diyordum kendi kendime, kreatif direktörün bu parçayı değil de öncekini tercih etmesi olacaktı. Bu ihtimalin varlığı beni derinden endişelendiriyordu. Bu kadar kan, ter ve gözyaşı ile oluşturulmuş parçayı boşuna yazmış olacaktım. Ve endişeli ve korku dolu bekleyiş böylece başladı. Bir yanım, hayır Lana, udlu kanunlu neyli versiyon besteyi uçurdu diyordu, diğer yanım, ya kreatif direktör kazmanın biriyse diyordu.
Bir gün böyle endişeden tekrar tırnaklarımı kemirmeye başladığım bir gün, aklıma La Diva geldi. Besteyi bitirdiğimde ona göndereceğime söz vermiştim. Saate baktım, provada olabilirdi ve telefonunu kapatmayı akıl edemediyse gene benim başım yanardı. Bu riske girmemek için, görüntülü görüşme başlatmadan önce müsait olup olmadığını soran bir yazılı mesaj gönderdim. İki saat sonra müsait olduğunu söyleyen mesajı aldım ve hemen aradım.
La Diva La Scala’nın kulislerindeydi. Bir yandan makyajını siliyor, bir yandan ekrana bakıyordu. Ah! İyi ki provanın ortasında görüntülü arama yapmamıştım.
- Şekerim provalar harika geçiyor, bütün Milano Orfeo’dan bahsedecek, bak görürsün. Mutlaka gelmelisin. Sana davetiye yollamadım henüz değil mi? Yarın hatırlat, Marcello’ya söyleyeyim, o da sana davetiyeyi yollasın.
- Olur…Anne, film festivali için yazdığım bestem bitti. Bitirince sana dinletmemi istemiştin.
- Udlu kanunlu ve neyli bir besteydi değil mi?
Ah La Diva! Söz konusu müzik olunca, nasıl da aklında tutardı her ayrıntıyı.
- Evet, anne.
- Tebrik ederim seni kızım. Eminim harika bir iş çıkardın. Hemen dinlemek istiyorum. Mümkün mü?
- Hemen mi? Burada mı çalayım? Yoksa sana demoyu göndereyim, sen evde güzel güzel dinle.
- Hayır sen orada çal. Ben sonra evde daha ayrıntılı dinlerim.
Ve demoyu kendi evimdeki ses sisteminden çaldım. Ne kadarı telefondan ulaşabildiyse artık Milano’ya.
La Diva’nın pür dikkat dinlediğini gördüm ekrandan, makyajını silmeyi de bitirmişti zaten. Toplam 8 dakika sürüyordu beste. Bitince:
- Çok da güzel olmuş! dedi hiçbir şeyi kolay kolay beğenmeyen La Diva. Kesinlikle bir film festivali için ideal bir beste. Tebrik ederim tekrar seni kızım. Güzel bir beste yazmışsın. Eh, annenden biraz müzik zevki geçmiş sana demek ki.
Ya tabii, dedim içimden, tabii ki senin marifetin anne.
Sonuçta La Diva beğendiyse, kreatif direktör dahil herkes beğenirdi. Adamın inadı tutmazsa bu iş tamamdı. İyi ki kibar konuştum onunla diye sinsi hesaplar da yapıyordum aklımdan.
Ve tam Enki’yi artık hayatımdan çıkarmam gerektiğine inanmıştım ki hiç hesapta olmayan bir şey oldu. Niclas Viyana’dan görüntülü aradı.
- Merhaba güzel kadın, diye başladı. Umarım seni rahatsız etmiyorum.
- Merhaba Niclas, dedim. Önemli bir şey olmuş olmalı. Yoksa beni durup dururken görüntülü aramazdın.
Gözlerini ekrandan kaçırdığını gördüğümde sıkıntılı bir durum olduğunu anladım.
- Evet, doğru tahmin ettin, dedi. Önemli bir haberim var o yüzden seni görüntülü arıyorum. Hem iyi olduğunu da gözlerimle görmek istedim.
- Ne oldu? Kötü bir şey mi söyleyeceksin?
Gözlerini yine kaçırıyordu.
- Lana, burada zamanla küçük bir çevre edindim. Bir de sokakta zaman geçirince bazı amaçlara ulaşmanın pratik yollarını öğreniyorsun. Mesela bir sokak çalgıcısına iki şişe bira ısmarladığında çok kolay diller çözülüyor.
- Niclas, tam anlayamıyorum. Önemli bir haber demiştin…
- Evet, senin için küçük bir araştırma yaptım. Çevremdekileri seferber ettim, çevremde olmayıp bilgi sahibi olabilecek insanlara da bira ısmarladım ve ortaya çok sıkıntılı bir tablo çıktı.
- Araştırma mı? Yoksa Enki hakkında mı?
- Evet Lana. Enki Lehner meğer oldukça tanınan bir bütünsel sağlık koçuymuş. Viyana’da şanı almış yürümüş.
- Desene, dedim biraz da kendime, yoğunum demesinde doğruluk payı da varmış. Ben de burada yok öfkemi ifade edemedim yok bilmem ne diye kendimi boşuna yemişim.
- Evet, bir çeşit marka olmuş.
- Ama önemli haber bu olmamalı, diye uğursuz bir tahminde bulundum.
- Evet, diye yanıtladı Niclas gözlerini yeniden kaçırıp, marka olmanın bir yanı da göz önünde olmaktır. Ünlü olmuş ama insanların büyük kısmı onun bir şarlatan olduğunu iddia ediyor.
- Hayır bu olamaz, hiç sanmıyorum Niclas. Bana oradayken Reiki yaptı, ve etkisini gerçekten hissettim.
Hafıza ne tuhaf bir şey. Sadece işine geleni hatırlıyor.
- Özellikle kadın danışanları kendine aşık edip, koçluk seanslarında onların duygularını ve ona bağlanmalarını kullanıp, paralarını cebine indiriyormuş hem de hiç gözlerinin yaşına bakmadan.
Midem allak bullak olmuş, ezilmiş, şekilden şekle girmişti. Bu bir kabus olmalıydı.
- Gözlerinin yaşına bakmadan ne demek?
- Şöyle bir rivayet var: danışanlarından biriyle ilişkisini ilerletmiş, ve sonra kızdan kurtulmak isteyince kız canına kıymaya kalkışmış.
Gözlerimi kapattım. Açtığımda yatak odamda kabustan uyanıyor olmayı diledim. Açtığımda yine telefonun karşısındaydım. Bir süre sustum. Sonra:
- Ama bu bir rivayet sadece öyle değil mi? diye sordum Niclas’a.
- Araştırmaya devam edeceğim, dedi Niclas. Ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz, dedi. O yüzden kendine çok dikkat et Lana. Rivayet olarak kalmasının bana sorarsan birinci sebebi, Enki’nin güçlü bir şekilde bu olaydaki sorumluluğu reddedip başka bir hikaye anlatması. Ama dediğim gibi araştırmaya devam edeceğim.
Tüm bunları öğrenip, (ayrıca eminim kendisi de çevresini kullanabilir bu bilgilere ulaşmak için) hala bir ilişki yaşayacaksa bu kesinlikle Enki' nin büyücü tarzı bir şey olmasından dolayıdır diye düşünüyorum. Yani kötü enerjilerle çalışan birisi. Of Lana!...
YanıtlaSilEnki'nin büyüsü varsa, Lana'nın Sofya'sı var ama merak etme sen...
Sil