Zamanı, elbette, tüm kalbimizle istememize rağmen ve çömez de olsa sezgisel güçlerimin doruk noktasına varmasına rağmen, durduramamıştık. Ağustos ayı ortalarında Italya’nın Kuzey’inde güneş saat sekize doğru batar. O akşam da tam batması gereken saatte battı. Ne bir dakika erken, ne bir dakika geç. Güneşin çekilmesine yakın hava kararmaya yüz tuttu ve biz çiftliğin kapalı restoran kısmında sohbetimize devam ettik. Minderlerden kalkarken, Enki beni ellerimden tutup kaldırdı ve bir daha elimi bırakmadı. Portakal- limon, salatalık ve hafif kavun tonlarındaki kokusu aklımı başımdan almaya yetiyordu zaten. Çok uzun yıllar sonra bile ne zaman salatalık ya da kavun doğrasam, bir an, kısacık bir an yanımda Enki duruyormuş hissine kapıldım.
El ele restorandan içeri girdik. Bütün ahşap masalarda, şirin, kırmızı beyaz kareli masa örtüleri vardı sadece cam kenarında duran bir masada şık gümüş rengi iki şamdan ve üzerinde kırmızı mumları yanıyordu. Enki beni hiç düşünmeden oraya götürdü. Geldiğimizde mumlar sanki yeni yakılmış gibi görünüyordu. Ne zaman tüm bu düzenlemeleri yapmıştı aklım almıyordu, sadece, her şey görkemli bir hayal gibiydi. Restoranda bizden başka kimse yoktu. Tüm bu güzel anlar bir gün sonra harika ve ulaşılmaz bir hatıra olacaktı ama şimdilik "sonrasını düşünmek istemiyor, anın keyfini çıkarmak istiyordum.
- Ellerin buz gibiydi Lana. Üşüyor musun?
- Güneş çekilince biraz serinliyor ortalık.
- Haklısın. O zaman ikimiz de birer çorba içelim mi?
- Harika bir fikir, diye yanıtladım.
Ve ikimize mis gibi kokan bir domates çorbası geldi. Domatesleri, garsonun söylediğine göre, çiftliğin arka tarafında bulunan bostandan toplayıp pişirmişlerdi. Ve menüdeki tüm sebzeler de aynı şekilde arkadaki bostandan tedarik ediliyordu. Üstüne biraz parmesan peyniri ve taze kekik eklemişlerdi. Biraz da ekmek kurusu. Günün tüm koşturmaca ve heyecanından sonra çok iyi gelmişti.
Çorbalarımızı içerken hiç konuşmadık. Sadece birkaç kere göz göze gelip gülümsedik. Sessizliği ilk bozan Enki oldu.
- Acıkmışım, dedi.
- Ben de, diye yanıtladım.
Sonra yine uzun bir sessizlik. Ve onu bozan yine Enki oldu:
- Şimdi burada olmasaydın, dedi, ne yapıyor olacaktın?
- Muhtemelen, bestemin üzerinde çalışıyor olacaktım.
- Önümüzdeki yılın Venedik Film Festivali açılış parçasıydı değil mi?
- Evet. Ya sen?
- Ben de, eğer seninle tanışıp buraya gelmemiş olsaydım, bu saatte, yemek sonrası kendime ayırdığım zamanı kaliteli geçirmeye çalışacaktım. Sevdiğim müzikleri dinleyip, işi unutturacak okumalar yapacaktım.
- Mesela ne okursun iş dışı?
- Biyografi okumayı severim en çok. Bu dünyaya bir katkısı olmuş insanların nasıl yaşadıklarını merak ederim. Ya sen?
- Ben farklı alanlarda okuma yapmayı seviyorum. Mesela icatların tarihi de benim ilgimi çeker, yemek dergileri de, sağlıkla ilgili konular da.
Sezgisel konulara ilgimi bilerek hasır altı etmiştim. O an o konuşmaya hiç uygun değildi. Fakat geri kalanı yalan değildi. Uydurmuyordum. Sadece her şeyi birden ilk andan ortalığa dökmeye gerek yoktu.
- Ya şiir? diye sordum.
Böyle duygu dolu bir adamın etkilendiği şairleri merak ediyordum. Onun dilinde ilk aklıma gelen Rilke’ydi. Rilke’ye bayılırım diyecek diye bekledim. Ardından da kim bilir benim hiç adını dahi duymadığım ne incelikli şairlerin ismini sıralayacaktı. Keşke not defterim yanımda olsaydı diye hayıflandım. Not alıp bütün o sayacağı şairlerin şiirlerini adeta içmek için şimdiden sabırsızlanıyordum. Aklıma hemen cep telefonumun ses kaydı marifeti geldi. Fakat, ne not defterine ne de cep telefonunun ses kaydına gerek kalmadı. Çünkü önce bakışları donuklaşıp, gözleri pencereden dışarı kaçtı, sonra da beni oturduğum yerde mideme yumruk yemişim hissi yaratan şey oldu: yüzünü neredeyse tiksintiyle buruşturdu.
- Şiirden hiç anlamam, dedi. Merak da etmem.
Sarsılmıştım. Şiirden tiksintiyle bahseden bir erkekten mi etkileniyordum bunca gündür? Benim beraber olduğumu sandığım kişi ile gerçek Enki birbirinden bu kadar farklı olabilir miydi? Tuhaf bir histi duyduğum. Hem ilk defa onu gerçekten sevdiğimi anlıyor hem de aynı zamanda kimi sevdiğimi anlayamıyordum. Burnuna kadar duygulara saplanmış bir erkek nasıl olurdu da şiire bu kadar zıt durabilirdi? Şimdi, şu an her şey çok anlaşılır olsa da, o an allak bullak olmuştum. Kendimi toparlamam birkaç dakika sürmüş olmalı.
- Peki ya sinema? Sesim istem dışı bir ton pesten çıkmıştı. Kendi sesimin tonunu fark edince hafifçe boğazımı temizledim.
- Sinemaya bayılırım, diye yanıt verdi. Sıkı bir sinema izleyicisiyim bile diyebilirim.
- Peki ya Ölü Ozanlar Derneği? O film hakkında ne düşünüyorsun? Bunu sorarken gözlerine bile bakamıyordum. Kabullenememiştim. Şiir konusunu deşmeden duramıyordum.
- Öyle bir film mi var? Hiç duymadım, dedi.
Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzüne dikkatle baktım. Şaka yapmıyordu. Sıkı bir sinema izleyicisi olduğunu iddia edip nasıl böyle kült bir filmi ilk defa duyuyor olabilirdi? Kitlelere şiiri tanıtan, sevdiren filmdi, adeta bir şiir güzellemesiydi. Belki de tek sorun o filmi bir sebepten ıskalamış olmasaydı. O güzel atların olduğu çiftlikte, harika zaman geçirdiğim o gün öyle bir iyimserliğe kapıldım: tek sorun filmi ıskalamış olmasıydı. Buna inandım, çünkü buna inanmak istedim.
Sonra hava mevsim normallerine göre iyice serinledi ve restoran sahipleri, köşedeki şömineyi bile yaktılar. Biz de kahvelerimizi şöminenin karşısındaki rahat ve derin koltuklara geçip, birbirimize sarılıp kâh ateşi seyrederek, kâh sohbet ederek, bazen de huzurlu bir sessizlikle geçirdik.
- Viyana’ya mutlaka gelmen gerek Lana, dedi Enki iki sessizliğin arasında. Mutlaka, diye üstüne bastırdı. Bu teklif bir yandan sevinçten içimdeki kelebekleri coşturuyor, bir yandan onun ait olduğu uzak diyarları hatırlatıp içimi bulutlandırıyordu.
Başka bir sessizlikten sonra:
- Bana bir söz vermiştin Enki dedim. Unuttun mu?
- Hiç unutur muyum? dedi. Beraber gideceğiz Istanbul’a, derken saçlarımı okşuyordu.
Bir kereden neyi kastettiğimi anlamış olmasına çok şaşırmıştım. Gülümseyerek ona döndüm. Gözlerini gözlerime dikti, uzun uzun bakıştık. Sonra gözlerini gözlerimden ayırmadan yanaklarımı avuçlarının arasına aldı. Beni tutkuyla uzun uzun öptü.