Translate

30 Temmuz 2025 Çarşamba

Onbirinci bölüm

 Tamamen dürüst olmam gerekirse, her ne kadar şimdiye dek Istanbul tatilimizi bir rüya gibi anlatmış olsam da, istenmeyen bazı gergin olaylar da yaşadık. Şimdi dönüp bakınca o gerginlikleri önemsemediğimi, kulak arkası ettiğimi üzülerek  görüyorum.  O  zaman,  her  yolculuğun  gergin zamanları olur diye düşünüp kendimi avutmuştum.

Bunlardan ilki ve en masumu, fotoğraf konusunda yaşandı. Ayasofya’daydık. Işık Enki’nin saçlarına ve yüzüne tersten düşüyor ve harika bir görüntü, nefis bir atmosfer oluşturuyordu. Enki’nin hayran hayran Ayasofya’yı izlediği o kareyi çekmesem olmazdı. Haber vermeden ve pek tabii izin de almadan Enki’nin arka arkaya üç veya dört poz portresini çektim. Makinenin ekranından kontrol edince fotoğrafların umduğumdan da güzel çıktığını memnuniyetle gördüm, kendimle gurur duyuyordum. Pek tabii ki bu gururumu Enki ile paylaşmak istedim.

Fakat fotoğrafları görünce sevinip bana övgüler düzeceğine, kaşlarını çatıp, bir süre içine kapandı. Hem göz temasını, hem de benimle olan sözlü iletişimini kesti. Ne o sırada ne de sonrasında bu davranışının anlamını çözemedim. Fazla üstüne de düşemedim çünkü ben konuyu anlamaya çalıştıkça, o daha da içine kapanmaya devam etti. Konu biraz soğuduktan sonra "ağzından alabildiğim tek açıklama şuydu: habersiz fotoğraflarının çekilmesinden rahatsızlık duyduğu. Peki dedim, ona. Bir daha ne kadar güzel bir kare yakalarsam yakalayayım, asla habersiz bir fotoğrafını çekmeyeceğim. Tabii ki bu beni son derece zorlayan bir sözdü. Çünkü en sevdiğim fotoğraf türü portredir ve bunun en başarılısı da habersiz çektiklerim olur. Üstelik Enki harika resim veriyordu. Sanıyorum düzgün kaşları ve kemikli çene yapısının bunda payı var. İlk tadımın kaçtığı an oydu.

İkincisi sanıyorum ilişkinin ilk çatırdama sesleriydi. Fakat ben aşk sarhoşluğuna kapılıp bu sesleri aptalca duymazdan geldim. Tamamen duymazdan gelemedim elbet. Fakat yollarımızın er ya da geç ayrılacağını o an anlamam gerekirdi. Anlamak istemedim.

Oteldeki ikinci sabahımızdı. Saraylara layık bir kahvaltı ediyorduk. Yumurtalı omletlerden en az on çeşit, tahıl yemek isteyenler için granolasından, mısır gevreğine, meyvesiyle, yemişiyle, yoğurduyla her şeyi düşünülmüştü. Ve şu an saymak istemediğim peynirler, şarküteriler, sıcaklar, soğuklar gibi dünyanın her yerinden gelecek misafirleri memnun edecek seçeneklerin hepsi fazlasıyla düşünülmüştü. Tabağımı doldurmuş önden yürüyordum. Kahvaltı salonunda hafif bir klasik müzik yayını vardı. Boş bir masa arandım. Bulup yerleşince, kaçınılmaz olarak Enki’yi aradı gözlerim. Kahve makinesinin oradaydı. Son derece çarpıcı bir kuzey ülkeleri güzelliği olan sarışın ve derin dekolteli bir kadınla tüm şirinliğiyle sohbet ediyordu. Gülücükler saçıyor, hatta kadının kahvesini doldurup ikram ediyordu. Kadın da tüm fütursuzluğuyla uzaktan bile anlaşıldığı üzere Enki ile işveli işveli flört ediyordu. Flörtleşmeleri ben ikisini fark ettikten sonra bile dakikalarca sürdü. Elleri kolları dolu olmasa birbirlerinin telefonlarını alıp vereceklermiş gibi bir diyalogları vardı. En sonunda kadın kahvesini aldı ve arkasını dönüp oradan uzaklaştı. Enki’nin onu arkadan baştan aşağı süzdüğünü net olarak görebilecek uzaklıktaydım. Biraz öylece durduktan sonra, aklına gelmiş olmalıyım ki beni aradı gözleriyle. Bulunca da hiçbir şey olmamış gibi masama geldi ve oturdu.

- Telefonunu da alsaydın, diye doğrudan konuya girdim.

Konuyu anlamaya çalıştığını belli eden o kaş çatışını yaptı. Sonra masaya otururken gülen yüzü aniden ciddileşti.

- Bak, sana çok net bir şey söyleyeceğim. En nefret ettiğim şey, dedi, bir ilişkide kısıtlanmış köşeye sıkışmış hissetmektir. Kahve makinesinin başında bir otel müşterisiyle iki çift laf ettim diye hemen kinayelere başlayacaksan, bu ilişki yürümez sana peşin söyleyeyim.

- Benim de bir ilişkide en nefret ettiğim şey, dedim hışımla, sevgilimin açık açık başka bir kadınla flört edip, sonra da yaptığını önemsizleştirmesidir.

- Büyük yanılıyorsun dedi, kimseyle flört filan etmedim sadece Istanbul hakkında biraz bilgi alışverişinde bulunduk, ve bu konuda kendimi savunmak zorunda olmak bile son derece canımı sıkıyor, lütfen bu konuya bir nokta koyalım, dedi.

Gözümün önünde flört etmiş şimdi de karşıma oturup yapmadım diyordu. Ya görmediğim zaman neler yapıyordu? Ne diyebilirdim ki? “Yaptın! Yapmadım!” gibi bir ağız dalaşı çocukça geliyor ve bu kulvara girmek beni yoruyordu. Üstelik ve en önemlisi, bunu aylar boyu süren terapilerden sonra anladım, her çatışma bana annemle babamın boşanmadan önceki şiddetli kavgalarını anımsatıyordu. Her çatışmanın ayrılıkla sonuçlanacağı gibi altı boş bir inanca da sahiptim. Ve bunların sonucunda, şu an bana çok yanlış gelse bile, kendimden verip, susmayı tercih ettim. Ertesi ve İstanbul’daki son tatil günümüzde ise, içimdeki gerginliği tırmandıran bir olay daha oldu.

Aslında flört olayı kadar belirgin bir şey değildi. Daha incelikli bir göze batacak türden bir tatsızlıktı. Mısır çarşısında lokumculardan alışveriş yaparken, Enki tüm ikram edilen her şeyi tek tek denemek istemiş ve her seferinde satıcıyla gereksiz ve uzun konuşmalar yaptığı halde onu sabırla dışarıda yirmi dakikaya yakın beklemiştim. Bu konuda bir şikayet ya da serzenişte de bulunmamıştım. Tatildeydik. Her şeyin tadına bakmak zorunda olmasa da, tatilin tadını çıkarıyor dedim önce kendime. Üstünde çok durmadım. Daha sonra çiçek pazarında tohum satılan küçük ve şirin bir dükkan gördük. Venedik’teki evimin terasında Istanbul’dan götürdüğüm tohumlar ekmek istiyordum. Dükkan küçüktü fakat binlerce tohum satılıyordu. Satıcıyla uzun uzun konuştuğumu görünce, önce dükkandan çıkıp dışarıda beklemeye başladı, on dakika sonra da geri gelip, kulağıma “artık çıksak mı buradan? ben çok sıkıldım…” dedi. Yüzüne dik dik baktım. Kolumdan çekiştirmeye başlayınca:

- Alışverişim henüz bitmedi Enki, dedim kolumu sertçe onun elinden kurtarıp.

- Sıkıldım ama, daha ne kadar bekleyeceğim?

- O zaman sen otele dön. Ben biraz daha burada durmak istiyorum dedim.

Sadece gözdağı verdiğimi sanıyordum. Asla beni orada yalnız başıma bırakıp gideceğini düşünmemiştim. Fakat gitti. Beni orada bırakıp kendi otele döndü. Günün ve tatilin son etkinliğiydi zaten. Oradan -beraber- otele dönüp eşyalarımızı toplayıp havaalanına gidecektik. On dakika ayaküstü bekleyemedi. Bugünden bakınca ilişkideki dengesizliğin ilk işaretlerini fark edebiliyorum ama sıcağı sıcağına insan sadece hafif bir rahatsızlık hissedebiliyor. Ve olay çıkmasın diye o duygusunu da iyi kötü bastırmaya çalışıyor.

Ve “olay çıkmadan” o tatilin sonuna kadar geldik. Otele gittiğimde, Enki odada telefon ekranının başındaydı. Bavulunu ve eşyalarını toplamıştı. Beni görünce gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Eşyalarımı toplarken Istanbul’a gelmekle ne kadar iyi ettiğimizi konuştuk. Tatil boyunca beni Viyana’ya mutlaka beklediğini söyleyip durmuştu. Havaalanı yolunda bu davetini tekrarladı. Yolda son bir fotoğraf daha çekildik beraber. Yol boyunca elimi bırakmadı. Sonra o Viyana uçağına bindi, ben de Venedik’e uçtum.